10 Mart 2014 Pazartesi

Peynirin evsafı

"Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?"

Maria Puder

Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna

9 Mart 2014 Pazar

Günebakan gibi keskindir bakışım
Çoğu zaman yollarda dolaşırım
Sağa, sola, bazen de dönüp
arkama bakarak...
Her an gördüğüm şeyi
Eskiden hiç görmemişimdir,
Dikkatliyimdir de bu konuda.
Bilirim bir çocuğun doğarken
Duyduğu o büyük şaşkınlığı.
Hissederim her an dünyanın
O sonrasız yeniliğine doğduğumu...

İnanırım Dünya'ya bir papatyaya inandığım gibi,
Çünkü görürüm onu. Ama düşünmem.
Çünkü düşünmek anlamamaktır...
Onu düşünmemiz için değil,
(Düşünmek iyi görememektir)
Biz ona bakalım ve onunla uyum içinde
Olalım diye yaratılmıştır dünya.
Felsefem yok, duyularım var benim...
Doğadan söz ediyorsam, onu bildiğimden değil,
Sevdiğimdendir bu, onu sevmemin nedeni de
Sevenin neyi sevdiğini, niçin sevdiğini
Ve sevginin ne olduğunu aslma bilmemesidir.

Sonu olmayan bir masumiyettir sevmek
Tek masumiyet de hiç düşünmemek...

Fernando Pessoa
uzaklıklar, eski denizler
Türkçesi:Cevat Çapan

He shot me down bang bang

seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.bir kavanozun içinde mavi bir gülyetiştir her gün daha çok yaşayan.bir masalın ağzını kapat ve yatgeniş odalarda. bir oksijen çadırında.ona kötü bir şey olsun istedim.bana aşık olsun istedim. 

Lale Müldür

8 Ekim 2011 Cumartesi

Cüce / Leylâ Erbil

Alacakarnlıkta uyandın, koridora çıktın, seni daha da yaşlı gösteren göğsü farbelalı papatyalı sarı geceliğin üzerindeydi,, aynaya baktın! Baktığında aynada yoktu orada yüzün! Yüzün yoktu orada! Yutmuştu seni ayna! O sana bakıyordu bomboş, sen de ona; aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana. Saçmanın bulanmanın doruğundaydın!
     Üst kenar suyunda ve alt kemerinde oyma "Meryem Ana Zambakları" nın (lilium kandium) öbeklendiği altın yaldız çerçevesi içinde cansız ve dilsiz kalakalmış olan bu sırlı cama yüzünü dehşetle yaklaştırıp uzaklaştırmaya başladın; hohladın, ayışığında ortası yanıp sönen ışıksızlığı hohladın, sildin, ovaladın; geri istiyordun kendi yüzünü ondan; o hiç kımıldamıyordu; dümdüz, karanlık gölsü boşluğunu yansıtmayı sürdürüyordu sana. Ancak pes etmedin bekledin sabırla;; her sabah ilk iş oraya koşuyor lilium kandium'ları okşuyordun, onu (kendi yüzünü) kaskaranlığı içinde kıpırdamadan görmenle etten duvar, sanki otomata para atmışsın da Boston'da, o dondurucu havada kurak çerçeveyi bir elinle yumruklarken öteki elini duvarın dibinde dolaştırarak aşağıya avcuna düşecek olan yüzünü bekliyordun... Boston'da ne çok beklemiştin erkekleri, sevgililerini, hiçbiriyle sürekli bir aşk yaşamamıştın o sarışın genç adamların, iliklerine işleyen o soğukta sevgililerinin donmuş acısıyla bekledin yüzünü aynada...
     Ne yapsan olmuyordu; o buzsu derinliği kırmamaya dikkat ederek orta yerini -merkezi- yumruklaman da para etmedi.
     İstemiyordun hâlâ, baba-ana-ata yadigârı aynanın parçalanmasını aslında;; o vakit geriye hiç umut kalmayacaktı;; o zaman büsbütün yitecekti geçmiş, şimdi ve gelecek ve yutuluşa bir de intihar ve yok ediş eklenecekti. Yokoluşa alıştıramamıştın kendini bir türlü. 


Leylâ Erbil
Cüce, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

2 Ağustos 2011 Salı

UZAK / Oruç Aruoba



Yaşamın yüzlerce yönelimli bir deneme olsun:
başarısızlığın ve başarın, kanıt olsun:
neyi denediğinin ve kanıtladığının da
bilinmesini sağla.

Nietzsche
KGW VII [16]


Kişinin yaşamı, uzaklıklar ile yakınlıklar arasında yürür: kişi, ne yaparsa yapsın, ya, birşeylere –birilerine– yaklaşıyor, ya da birşeylerden –birilerinden– uzaklaşıyordur  – hiçbirzaman, biryerde –birileri ile birlikte–, duruyor değil : hep yürüyor...


Bu bilinç, zor. Canlı tutması, zor: nelerden –kimlerden– uzaklaştığını –uzaklaşmakta olduğunu– düşününce, kişi, neleri –ne çok kişiyi– yitirdiğini anlar ––– gittikçe, daha fazla... Ama, o, şimdi uzaklaşmakta olduklarına bir zamanlar ne denli yakın olduğunu düşününce de, neleri –ne çok kişiyi– kazandığını anlar.

Garip bir dengedir bu: Yaşadığı yakınlıklar ve uzaklıklar –yakınlaşmalar, uzaklaşmalar–, kişinin yaşamında karşı karşıya gelerek, hem bir yoğun çelişmeler yumağı, hem de bir uzun uyumlar dizisi oluşturur:-

Yakınlaşmışları, çünkü, önceleri uzak olmuş; uzaklaşmışları da, önceleri yakın olmuştur – her bir yakını için bir uzak; her bir uzağı için de bir yakın...
Bu denge, kişinin, temelinden anlaşılmaz bir dengesizlik olan yaşamını bir bütün olarak kavramasını da sağlar; anlamış olduğunu sandığı hiçbirşeyi, aslında, kavramamış olduğunu anlamasını da...

Yaşam, belki, kavrayınca uzak; anlaşılınca, yakındır –––
Ya da, tersi...
*
Yaşamı, kişinin,, eylemlerinden oluşur  – bunların da, kişiye şu ya da bu ölçüde uzak olan; şu ya da bu ölçüde de yakın olanları vardır.
Yaşamı, demek ki, kişinin başka kişilerle ilişki içindeyken bulunduğu eylemlerden; böylece de, başka kişilere yakınlaşmaları ve başka kişilerden uzaklaşmalarından oluşur – bunların (henüz bitmemiş) toplamıdır.
*
Böylesine bitmemiş toplamlar; ya da, toplanmış bitmemişlikler, nasıl, toparlanıp bitirilebilir, ya da, bitirilip toparlanabilir ––– burada, bu, deneniyor...

o.a.
19 h 1995
Yoğurtçubaşı

10 Temmuz 2011 Pazar

Açılış Dersi'nden-altını çizdiklerim

     Anlatım [ya da dil] yeteneği [Fr. langage] bir yasalar bütünüdür; dil [Fr. langue] ise onun kodudur. Bizler dil içindeki iktidarı göremeyiz, çünkü her dilin bir sınıflandırma olduğunu, her sınıflandırmanın da baskıcı olduğunu unuturuz: [Fransızca'da ordre (düzen,sıra) sözcüğünün kaynaklandığı Latince'deki] ordo hem dağıtım, bölüştürme hem de göz dağı verme demektir.
(...)
Ama dil, her anlatım yeteneğinin edim haline getirilmesi olarak, ne gericidir ne de ilerici yalnızca faşisttir; çünkü faşizm söylemeyi engellemek değil, söylemeye zorlamaktır.
(...)
     Konuşmaya başladığım andan itibaren bu iki özellik bende biraraya gelir: Ben aynı anda hem efendiyimdir hem köle: Daha önce söyleneni yinelemekle, göstergelerin köleliği içine rahatça yerleşmekle yetinmem; yinelemiş olduğum şeyi dile getirmiş, ileri sürmüş ve tam yerine oturmuş olurum.
     Demek ki dilde kölelik ve iktidar kaçınılmaz olarak birbirine karışır. Eğer yalnızca iktidardan kurtulma gücünü değil de, özellikle hiç kimseye boyun eğdirmemeyi de özgürlük olarak adlandırıyorsak, o zaman, yalnızca dilin dışında özgürlük var olabilir. Ne yazık ki, insan dilinin dışı yoktur: O bir kapalı oturumdur. Ondan ancak olanaksıza ulaşarak çıkılabilir: Bu da ya Kierkegaard'ın betimlediği biçimiyle mistik bir farklılık yoluyla sağlanır ya da Nietzsche'nin amin'iyse, dilin köleliğine (Deleuze'ün deyişiyle dilin tepki verici kapalılığına) getirilmiş bir sevinç sarsıntısı gibidir. Ama bizler, inanç şövalyeleri de insanüstü yaratıklar da olmadığımıza göre, diyebilirim ki, ancak dili atlatabilir, ancak dille oynayabiliriz: İktidar-dışı dili, dilin sürekli devrimindeki görkem içinde duymayı sağlayan bu kurtarıcı aldatmacayı, bu sıyrılışı, bu eşsiz kandırmacayı ben kendi adıma edebiyat diye adlandırıyorum.  
(...)
Bilim kabadır, yaşam naziktir ve işte bu mesafeyi gidermek içindir ki edebiyat bizim açımızdan önemlidir.
(...)
Gerçek olan canlandırılabilir nitelikte değildir ve insanlar sürekli olarak onu sözcüklerle canlandırmak istedikleri içindir ki, bir edebiyat tarihi vardır.
(...)
Ne kadar arzu varsa o kadar da dil vardır: Ütopik bir öneridir bu, çünkü hiçbir toplum birçok arzunun bulunduğunu kabul etmeye hazır değildir henüz.


Roland Barthes
Bir Deneme Bir Ders: Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi, YKY

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Hiyerarşiden nefret ederim. Çıplakken herkes birdir.

Neden ünlüler imtiyazlı olsunlar? Suratları zaten kendilerinindir. Oysa cinsellik insan varlığının bir parçasıdır. Hiyerarşiden nefret ederim. Çıplakken herkes birdir. Cinsel organlar vücudun “pis” bölümleri olarak addedilir. Bu çok aptalca. Bizler oralardan geliyoruz. Hiç kimse bir kulak ya da burundan doğmamıştır. Doğal yaşamın bir gereği olan cinselliği resimlemenin ya da mizahını yapmanın yanlışlığı olamaz. Ama bazı kimseler zihinlerinden geçenlerin kendilerine gösterilmesinden 

Roland Topor-Some people don’t like when I show what’s in their mind/ 
Joe Szabo (WittyWorld-17 Winter 1994)