8 Ekim 2011 Cumartesi

Cüce / Leylâ Erbil

Alacakarnlıkta uyandın, koridora çıktın, seni daha da yaşlı gösteren göğsü farbelalı papatyalı sarı geceliğin üzerindeydi,, aynaya baktın! Baktığında aynada yoktu orada yüzün! Yüzün yoktu orada! Yutmuştu seni ayna! O sana bakıyordu bomboş, sen de ona; aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana. Saçmanın bulanmanın doruğundaydın!
     Üst kenar suyunda ve alt kemerinde oyma "Meryem Ana Zambakları" nın (lilium kandium) öbeklendiği altın yaldız çerçevesi içinde cansız ve dilsiz kalakalmış olan bu sırlı cama yüzünü dehşetle yaklaştırıp uzaklaştırmaya başladın; hohladın, ayışığında ortası yanıp sönen ışıksızlığı hohladın, sildin, ovaladın; geri istiyordun kendi yüzünü ondan; o hiç kımıldamıyordu; dümdüz, karanlık gölsü boşluğunu yansıtmayı sürdürüyordu sana. Ancak pes etmedin bekledin sabırla;; her sabah ilk iş oraya koşuyor lilium kandium'ları okşuyordun, onu (kendi yüzünü) kaskaranlığı içinde kıpırdamadan görmenle etten duvar, sanki otomata para atmışsın da Boston'da, o dondurucu havada kurak çerçeveyi bir elinle yumruklarken öteki elini duvarın dibinde dolaştırarak aşağıya avcuna düşecek olan yüzünü bekliyordun... Boston'da ne çok beklemiştin erkekleri, sevgililerini, hiçbiriyle sürekli bir aşk yaşamamıştın o sarışın genç adamların, iliklerine işleyen o soğukta sevgililerinin donmuş acısıyla bekledin yüzünü aynada...
     Ne yapsan olmuyordu; o buzsu derinliği kırmamaya dikkat ederek orta yerini -merkezi- yumruklaman da para etmedi.
     İstemiyordun hâlâ, baba-ana-ata yadigârı aynanın parçalanmasını aslında;; o vakit geriye hiç umut kalmayacaktı;; o zaman büsbütün yitecekti geçmiş, şimdi ve gelecek ve yutuluşa bir de intihar ve yok ediş eklenecekti. Yokoluşa alıştıramamıştın kendini bir türlü. 


Leylâ Erbil
Cüce, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder